Mostar’dan Zagreb’e sabah 07.30 otobüsü için 48KM(48TL)’ye otobüs biletlerimizi alıp aracımızı beklemeye koyuluyoruz. Aracımızın geleceği perona ufak bir panelvan araç yanaşıyor ve ona biniyoruz. Bir an için yolculuğumuzun tamamını bu araçla yapacağımızı düşünürken 30 dakika sonra araç değiştirip yeniden yola koyuluyoruz. Srpska Republika içerisindeki şehirlerden en son Banja Luka’yı da geçip vakti zamanında çeşitli atraksiyonların yaşandığı sınır kapılarından birine daha geliyoruz.(Sarajevo’da kaldığmız hosteli işleten arkadaşa Bosna Hersek’e ilk giriş yaptığımız zaman, yaşadığımız rüşvet olayını anlatmıştık kendisi bu olayı gazeteci bir arkadaşı ile paylaşmış, gazeteci arkadaşı bizimle irtibat kurup yaşadığımız olayı haber haline getirmişti. Haber biz sınırdan çıkmak üzereyken yayınlanmış ve günün en çok tıklanan haberi olmuştu. Çıkış işlemlerini yapacak polisler Srpska Republika dahilinde çalışan polislerdi ve yayınlanan haberden ötürü bize zorluk çıkartabilme ihtimalleri vardı. Sorunsuz bir şekilde bu işlemi atlattıktan sonra son 3 günümüzü geçireceğimiz şehir olan Zagreb’e girebilmemiz için son engel olan Hırvat sınır kontrolüne gelmiştik. Otobüsteki herkesin işlemi kısa sürede hallolmasına rağmen araçtakiler sırf benim ve arkadaşımın uzun süreli sorulara maruz kalmamızdan ötürü 1 saat kadar bekletildiler. Üzerimizde son 150 Euromuz kalmasına rağmen Bosna Hersek’teki sınır polisinin aksine bu para az ülkeye giremezsiniz gibisinden herhangi bir sıkıntıyla karşılaşmadan :)) son aşamayı da sabır sorunu haricinde sorunsuzca hallettik diyebilirim. Uçağımızın kalkmasına daha 3 gün vardı. Kalan 3 gün içerisinde yarım kalan Zagreb gezimizi tamamlama fırsatı bulailecektik. Daha önce de kalmış olduğumuz Fulir Hostel’e gidip 3 günlük paramızı ödedikten sonra birşeyler yemek için dışarı çıktık. Zagreb fastfood zincirleri açısından oldukça fakir bir yer. Birkaç McDonalds haricinde uluslararası fastfood zincirine rastlamanız mümkün değil. McDonalds’a gidip birşeyler yerken daha önce Sarajevo’da aynı odayı paylaştığımız Boğaziçi’li Fransız arkadaşımız ve onun kız arkadaşı ile tekrardan karşılaştık. Aradan 3 gün geçmişti ve onlarla herhangi bir şekilde sözleşmememize rağmen yeniden karşılaşmıştık. Onlarla biraz oturduktan sonra akşam ilerleyen saatlerde yeniden buluşmak üzere sözleştik ve oradan ayrıldık. Kalan zamanımızı muhabbet edecek birilerini bulabiliriz ümidiyle hostelimizde geçirdik. Hostelde biri Avustralyalı biri Kanadalı 2 kızla(kıtalar birbirinden uzaklaştıkça ortak paydalar azalıyor) biraz muhabbet ettikten sonra buluşma saatimizin de yaklaşmış olmasından ötürü yola koyulduk. Buluşacağımız mekanı Fransız arkadaşımız Sinaa seçmişti(kızın o gece doğum günüydü ve Zagreb rehberinden herhangi bir fikri olmadan ilginç olabilir diye “Crazy Horse” isimli bir disco,bar,gece kulübü tarzı bir mekan seçmişti). Kaldığımız 1 buçuk saatlik süre içerisinde İbrahim Tatlıses’ten 2, Davut Güloğlu’ndan 1 parça çalıp insanların bu şarkılarla dans etmesi bizi ve Boğaziçi’li Erasmus öğrencisi olan Fransız arkadaşımızı dumura uğratmıştı. Saat gece 12’ye yaklaşmıştı, Fransızlar couchsurfing’den tanıştıkları G.Kore asıllı ama Amerika’lı olduğunu iddia eden :) bir avukatla buluşup onu da grubumuza dahil ettikten sonra kaldığımız yerden devam edip Zagreb gecelerinde yol almaya devam ettik. Haftasonu olmasına rağmen geceleyin oturabileceğimiz bir kafe-bar tarzında bir yer bulma çabalarımız gece saat 03:00’e kadar sonuçsuz kalınca doğumgününü kutlayamadan vedalaşıp ayrılacakken, açık bir donut dükkanını farketmemizle o tarafa yöneldik. Orada 1 saat kadar muhabbet ettikten sonra oradan ayrılıp yaklaşık 2 km yürüyerek hostelimize gidip ertesi gün geç saatlere kadar uyuduk. 11 gün süren maceranın son saatlerine girdiğimiz Zagreb gezisinin son saatlerinde hostelin sahibi Leo’nun bana gidip görmemi önerdiği Zagreb camisine doğru yola koyuldum. Zagreb’de yaklaşık 60000 müslüman yaşadığını öğrendim. Cami’nin bulunduğu komplekste kütüphane, müze, kafe alakart restaurant alt katında resmi medrese(yükseköğrenim bazında), dışarıda tenis kortları, voleybol sahası, halı saha ve daha birçok alana sahip inanılmaz güzel bir tesis yapılmış. İçeride Türkiye’nin aksine yaşlı nüfustan çok genç nüfus olması, birkaç saatimi geçirdiğim süre içerisinde kızlı erkekli birçok kişiyle muhabbet etmemi sağladı.(Zagreb’te ne zaman kaybolduğunuz hissine kapılsanız ya siz birisini bulur gideceğiniz adresi sorar ve gideceğiniz yere kadar bırakılır ya da birileri sizin hal ve tavırlarınızdan anlayıp hemen yanınıza yanaşıp yardımcı olmaya çalışıyor) Buradaki gezimi de tamamladıktan sonra eşyalarımı toparlamak üzere hostele gidip birkaç saatlik uyku çektikten sonra havaalanının yolunu tutup önce Budapeşte’ye inip oradan 40 dakika bekledikten sonra İstanbul uçağına geçip Balkan Turu part 1’i tamamlamış oldum.
25 Şubat 2010 Perşembe
Mostar
Sarajevo’dan 2 saat 15 dakika süren yolculuktan sonra trenimiz Mostar’a geldi. İstasyondan çıkıp yolun karşısında 50 metre ilerledikten sonra kalacağımız hostele ulaşıyoruz. Magna’s House isimli hostelimizde geceliği 10 Euro’ya klimalı 3 kişilik bir odada 2 kişi kalıyoruz. Hostelin sahibi Magna’dan şehir hakkında kısa bir bilgi aldıktan sonra önce karnımızı doyurmak ardından şehri keşfetmek üzere yola koyuluyoruz. Magna’nın bize tarif ettiği Burekciyi bulup kıymalı bureklerimizi yedikten sonra Mostar gezisine koyuluyoruz. Şehrin tepesindeki büsbüyük haç, köprünün çevresindeki camiler bir yandan ezan , bir yandan kiliselerden gelen çan sesleri ,duvarlardaki kurşun izleri Mostar’ın hızlı bir şekilde akan suyu, ağaçlardaki Ederlezi(Hıdırellez)’den kalma kumaş parçacıkları ve sessizlik. Kış mevsiminin de etkisinden olacak ki Sarajevo’nun aksine pek fazla turistin olmadığı sokaklarda ilerledikçe Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezi sayılacak Türkiye’nin aksine yaşanmış büyük savaşa rağmen dimdik ayakta kalabilen o binalar nedense sadece bizim ülkemizde yerle bir oluyor. Bosna’lılara hayranlığım gün geçtikçe daha da artıyor. Havanın iyice soğumasıyla arkadaşım hostele dönmek istiyor ben ise yalnız başıma gezime devam ediyorum. Bilmediğim bana ilginç gelen her sokağa girip çıkıyorum. O şekilde girilmedik ara sokak bırakmadıktan sonra geri dönmek için yola koyuluyorum. Ama bir yanlışlık var... Gittiğim yönden emin olduğumu düşünmeme rağmen bir terslik sezip etraftan yardım almaya koyuluyorum. 16-17’li yaşlarda lise son sınıf öğrencisi bir gence önce kaybolduğumu söyleyip otogara nasıl gideceğimi sormamla başlayan muhabbetimiz, yaklaşık 20 dakika kadar sürüyor.(Bosna’da birisi İngilizce biliyor musun sorusuna ee biraz tarzında bir cevap vermesine karşın sohbetin koyulaşmasıyla ne derece akıcı şekilde İngilizce konuştuklarına şahit olacaksınız.) Genç arkadaşın beni aşina olduğum bir sokakta bırakmasının ardından hostelimi kolaylıkla bulup biraz dinleniyorum. Birkaç saat dinlenmenin ardından Mostar Episode 2’a kaldığımız yerden devam ediyoruz. Gündüz vaktinde pek fotograf çekemememizden ötürü Old bridge( tarihi Mostar köprüsü) ve diğer köprüleri fotoğraflamaya koyuluyoruz. Sırayla bütün köprülerden geçip her açıdan fotoğraflar çektikten sonra karnımızın açlığının da etkisiyle Bosna’daki fix yiyeceğimiz olan Cevapi yemeye koyuluyoruz. Aksam vakti açık gördüğümüz ilk cevapi dükkanına girip siparişimizi verdikten sonra Mostar turumuzu noktalamak üzere yeniden hostelimize doğru yol alıyoruz.
Sarajevo
Başkent Sarajevo’nun güney kısmındaki Srpska Republika dahilindeki otogarda indikten sonra hostelimize gitmek için yola koyuluyoruz. Toplu taşıma araçlarını kullanabilmemiz için öncelikle üzerimizdeki parayı bozdurmamız gerekiyor. Bunun için akşamın 10’unda açık döviz bürosu aramaya koyuluyoruz ama nafile. Daha sonra durakta bekleyen gençlerden yardım isteyip paramızı nasıl bozduracağımızı sorunca bize 500 metre ileride bir alışveriş merkezinde ATM olduğunu eğer kredi kartınız varsa oradan Konvertible Mark(KM) çekebileceğimizi söylediler ve başka bir çaremiz olmadığından AVM ‘ye doğru yola koyulduk. Yaklaşık 10-15 dakikalık bir yürüyüşten sonra 10 KM(10 TL) çekip, trolleybus e binmek için en yakınımızdaki durağa doğru yöneldik. Başkentin bir ucundan diğer ucuna giden trolleybusumuz 10 dakika sonra son durağa gelince araçtan ayrılıp kalacağımız hosteli aramaya koyuluyoruz. Birkaç denemeden sonra hostelimizin bulunduğu sokağı bulup hostelimizin tabelasını görmemizle beraber oldukça mutlu olmuştuk. Sabah 09:00’dan beri yollarda olan bu 2 arkadaş akşam saat 11gibi 2 günlerini geçirecekleri hostellerine ulaşıp odalarına ancak yerleşebilmişlerdi. Sarajevo’da kaldığımız HCC(Hostel City Center) her konuda Avrupa’nın en iyi hostelleri listesinde ilk 3 sırada girebilecek düzeyde diyebilirim. Şu ana kadar ki gezimiz boyunca kaldığımız hosteller bomboş iken Sarajevo’da ki hostelde boş oda neredeyse yoktu. 6 kişilik oda için kişi başı 20 KM (20TL) ödeyip odamıza çıktık. Hostelde kaldığımız süre içerisinde çat patta olsa Türkçe konuşabilen oda arkadaşlarımız oldu. Fransız olan arkadaşımız Boğaziçi Üniversitesi’nde Erasmus öğrencisi, bunun haricinde Kanada’da tarih bölümünü bitirmiş 2 Kanada’lı genç ile oda arkadaşlığı yaptık(Uzmanlık alanları Osmanlı Tarihi ve Türkiye tarihi). Geldiğimiz gece duş almak için banyoya gittim ve duş aldığım sırada bir yerden başbakan R.T Erdoğan’ın konuşmasını duydum(günümüz Türkiyesi'nde hiçbir siyasiye karşı en ufak bir sevgi duymayan birisi olarak Sarajevo’da gecenin 2’sinde başbakanın sesini duymak oldukça garibime gitmişti.:) Neyse duşumu alıp dışarı çıktığımda sesin kaynağına doğru yaklaşıp kendisiyle tanışmamla beraber neden bu kadar sesli bir şekilde haberleri dinlediğini merak ederken kulaklığın kulağında olmasına karşın bilgisayara takılı olmadığını gördüm :). Bir saate yakın bir muhabbetin ardından kendisiyle ertesi gün kahvaltı için sözleşip yataklarımıza çekildik. Sarajevo gezimizin gündüz safhasını oluşturan ilk gün hostelde tanıştığım arkadaşımla beraber önce bir kafeye gidip onun kız arkadaşı ile biraz oturduktan sonra beraber çevrede gezilmeye koyulduk. Sarajevo için Avrupa’nın Kudüs’ü tabiri kullanılıyor.
Katolik kilisesi, az ileride Ortodoks kilisesi , University of Sarajevo rektörlüğünün karşısında oldukça büyük bir sinagog, camiler, tekkeler vs. Bir tarafta Osmanlı mimarisi, diğer tarafta Macar mimarisi Sırp, Hırvat, Boşnak , Bosna savaşı, savaşın izleri başçarşı, Dino Merlin derken baş dönmesinden kendinize gelemiyorsunuz. Son iki cümlemde mübalağa olduğunu düşünen herkesi birkaç günlüğüne Sarajevo’ya gidip gezmelerini öneriyorum.Gezilerini tamamladıktan sonra evlerine döndüklerinde sarhoşluğun etkisinden kurtulamayıp geçirdikleri o günleri bir araya getirip bu kadar dilemmanın iç içe nasıl olduğunu çözümlemek için kafa patlatıp, puzzle ı hiçbir şekilde tamamlayamadıklarını siz de göreceksiniz. Sarajevo’ya gelmeden önce birkaç şey yapmayı planlamıştım. Bunlardan birisi Alija Izzetbegovic’in mezarını ziyaret etmekti. Arkadaşımız daha önceden mezarlığı ziyaret ettiğinden bizi kolaylıkla oraya götürdü(Başçarşı’nın bir üst sokağında yer alan mezarlık diğer Bosna şehitleriyle yan yana).
-------da te nije Alija---ya sen olmasaydın Alija-------------------------
Sarajevo’da yapmam gereken bir diğer husus ise Dino Merlin’i başçarşıda bulup onunla fotograf çekilmekti ki başçarşı’da yemek yemeye gittiğimiz sırada tesadüf eseri ufak bir sokakta onu görüp diğer 2 arkadaşımı da uyarıp kendisiyle hatıra fotoğrafı çektirdik.(Çok şanslıydım çünkü 2 gün sonra Sarajevo’da konseri vardı. Dino Merlin konserinin anlamı yaklaşık 4.5 milyonluk Bosna Hersek’ten en azından 50.000 kişi demekti). Bosna çizelgemle ilgili 2 hususu tamamladıktan sonra karnımızın acıkmasının da etkisiyle kendimizi čevabdžinica zeljo(Türkçesi Zeljo köfte salonun:)’da buluyoruz. 10’lu Cevapilerimizi (5 KM=5TL)porsiyonu 200 gr yanında kaymak ve yogurtlarımızı da söyleyip yemeğimizin gelmesini bekliyoruz.(Balkanlarda yogurt bardakta geliyor ve kıvamı ayrana yakın olmakla beraber yine de koyu, kaymak ise muhtemelen yoğurttan elde edilen köftenin pidesiyle beraber yenen bizdeki kaymaklarla uzaktan yakından bir alakası olmayan bambaşka bir lezzet. Başkent Sarajevo’da cevapi için Zeljo’dan daha iyisini aramayın gerçekten bulamazsınız. 2 kişi tıka basa doyup 14 KM hesap ödedikten sonra gezimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Bir sonraki durağımız olan Mostar için tren bileti almak üzere istasyona doğru yöneliyoruz. Sarajevo’dan Mostar’a ISIC kartımızın sağladığı indirimle 7 KM’ye tren biletimizi alıp hostelimize geri dönüyoruz. Akşam 10 sularında hosteli işleten Asım ve hostelde kalanların bir kısmıyla Sarajevo’nun en ünlü gece klüplerinden Sloga’ya gidiyoruz. Çok kısa süreliğine orada kaldıktan sonra ben arkadaşımı orada bırakıp hostelime dönüyorum(Sloga’da bir şişe Schwepps’e 2 KM ödüyorum. Giriş için de herhangi bir ücret ödenmiyor). Sabah erken saatte istasyona gitmemiz gerektiğinden hemen uyumak için yatağıma yöneliyorum. Başçarşıda akan suyu içen birisi Sarajevo’ya bir daha gelir demişlerdi. Umarım seninle en kısa süre içerisinde yeniden buluşuruz deyip güzel şehir Sarajevo ile vedalaşıyoruz.
Volim te Filiz = Seni seviyorum Filiz --- ama üst tarafa dikkat AK(AQ babında birşey:)
Transit nokta başkent Podgorica :
1 günlük Kotor gezimizin ardından sabah 07:30 gibi hostelimizden ayrılıp otogara geliyoruz. Kotor’dan Podgorica’ya saat 09:00 arabasından biletlerimizi aldıktan sonra(7 Euro) aracımızı beklemeye koyuluyoruz. Bize söylenen perona giren araca bindikten sonra, araç içerisindeki bir teyzenin bizim yanlış araca bindiğimizi farketmesi ile hemen araçtan indik. 15 dakika geçtikten sonra bu sefer doğru araca binerek yola koyulduk. Ülkenin en büyük şehirlerinden Cetinje’ye uğradıktan sonra başkent Podgorica’ya varıyoruz. Fiyort şehirlerindeki insanı çeken o sıcak hava maalesef diğer Karadağ şehirlerinde yok. Otogara gelip aracımızdan inmemizle bizi karşılayan inanılmaz soğuk havanın etkisini bir nebze kırabilmek için kendimizi otogarın içine atıyoruz. İçeriye girdiğimizde birbirimize bakıp dışarısı daha mı sıcaktı diye sorduktan sonra bundan sonraki durağımızı belirleyecek olan otobüslerin zaman çizelgelerine bakıyoruz. Eğer araç bulabilirsek yeni rotamız Arnavutluk veya Kosova olacak. Dönüş biletlerimizin Zagreb’ten olmasının, paramızın ve zamanımızın az olmasının son olarak Karadağ’dan komşu ülke Arnavutluk’a araç olmamasından dolayı bir ülkeyi eleyip bir diğerine yönleniyoruz. Karadağ’dan Priştina’ya gidecek aracın akşam geç saatte hareket edecek olması rotamızın son ülkesi olan Bosna Hersek’e yönlendiriyor. Ve 2 saat sonrasına aldığımız Sarajevo bileti (17 Euro) ile maceramızın son ülkesi olan Sarajevo’ya doğru yola çıkıyoruz. Podgorica, Niksic ve daha birçok Karadağ şehrini geride bıraktıktan sonra zaman zaman 30-40 cm yüksekliğinde kara ve yoldaki buzlanmalara rağmen sağa sağlim bir şekilde sınır kontrol noktalarına geliyoruz.
Otobüsün içine gelen pasaport polisi pasaportları topladığı sırada benim fotograf makinemi görüyor ve no photo deyip bizi aşağıya indiriyor. Fotograf makinemi otobüste bırakıp aşağıya iniyorum ve daha sonra bagajlarımızı da almamız istiyor. Bagajlarımızı da alıp polis kontrol noktasına gidiyoruz. Pasaportları toplayan polis fotograf makinemi sordugunda otobüste olduğunu söyleyince git getir dercesine el kol hareketleri yapıyor. Makinemi almak için otobüse gidiyorum ve hızlı bir şekilde bir tane çekmiş olduğum sınır fotoğrafını silip kontrol noktasındaki polise teslim ediyorum. Zurnanın zırt dediği nokta, ingilizce olarak sadece3-5 kelime bilen polislerle fotograf makinemdeki tüm fotograflara bakıp yorum yapıyoruz. Yanımızda oturan bir başka polis bir yandan silahıyla oynarken bir yandan da fotograflara bakıyor. Beğendiklerine dobry,dobre,dobro gibi hemen hemen bütün slav dillerinde iyi,güzel,hoş anlamlarına gelen sıfatları kullanarak 680 fotografın tamamını 40 dakikada inceledikten sonra bizim pasaportlarımızla beraber araçtaki diğer yolcuların pasaportlarını da bize verdikten sonra gitmemize izin verdi. Araç hareket edip pasaportları dağıtmaya başladıktan kısa bir süre sonra aracımızı yeniden durdurup benim ve arkadaşımın pasaportunu tekrardan alıp çıkış mühürünü vurduktan sonra bize geri verdiler. Adamlar gırgırdan bizim pasaporta çıkış mühürünü vurmayı unutmuşlar.Çıkış işlemi için çok fazla zaman kaybetmiştik. Karadağ çıkış noktasının 50 metre ilerisindeki Bosna Hersek Foca sınır kapısında bizi bambaşka bir macera bekliyordu. Öncelikle bir konuyu belirtmem gerekiyor. Bosna Hersek devletinin yüzde 49’luk kısmını oluşturan Srpska Republika(BH içerisinde bir kanton) ve genelde kara sınırları Srpska Republika dahilindeki şehirlerde olmasından ötürü Sırp polislerle muhattap oluyorsunuz. Otobüste pasaport kontrolü yapan polis 2 tane farklı pasaport görünce her zamanki gibi bizi aşağıya indirip çantaları almamızı söylüyor. Ülkelerin sınır girişlerindeki pasaport polisleri genelde yabancı dil bilirler ama buradaki 3 polis de İngilizce hiçbirşey bilmediklerinden başka bir noktadan genç bir pasaport polisini çağırıyorlar. Ülkeye ne amaçla geldin? Kaç gün kalacaksın? Otel rezervasyonun var mı? gibisinden birkaç klasik sorunun ardından gelen üzerinizde ne kadar para var? Sorusu ve ardından bizim o parayı ibraz etmemiz (2 arkadaş toplam 600 Euro paramız olduğunu ayrıca bankada da paramız olduğunu belirtmemize rağmen bize bu paranın 3 gün için yetmeyeceğini ve ülkeye alamayacağını söylüyor). Bizim daha önce sınırlarda bu tarz bir problemle karşılaşmamış olmamızın getirdiği acemiliği anlamış olan pasaport polisi bir anda Türkçe “bahşiş” demeye başlayınca jeton biraz geç te olsa düşüyor. Başta 20 + 20 =40 Euromuzu alan ve bunu yeterli bulmayan pasaport polisi bir 20 Euro daha alarak toplamda 60 Euro rüşvet ile bizi sınırdan geçiriyor(dışarısı -10-15 derece dolaylarında ve geriye dönmek için de herhangi bir araç yok, birazcık ta onun endişesiyle rüşveti verdikten sonra otobüse binip yola tekrardan koyuluyoruz.(http://www.sarajevo-x.com/bih/drustvo/clanak/100207005) Sınırı geçip buz pistinde 4 saat ilerledikten sonra Sarajevo’ya geliyoruz.
Kotor-Karadağ(Montenegro-Crna Gora)
Dubrovnik’teki son dakikalarımız... Zagreb’ten başlayan ve 3 gün süren Hırvatistan maceramız henüz sınırdan çıkmamıza rağmen şimdilik sona eriyor diyebiliriz. Yaz döneminde haftanın her günü olan Dubrovnik-Kotor otobüs seferleri Kış mevsiminde haftaiçi P.tesi, Çarşamba ve Cuma günü yapılıyor ve ücret yaklaşık 110 Kuna(15 Euro). Gezimizin başlangıcından beri bindiğimiz en rahat ve en yeni otobüs Dubrovnik otogarının peronuna giriyor ve biraz bekledikten sonra yola çıkıyoruz. Yollar çoğunlukla dar ve dağlık arazide olmasına rağmen yol boyunca etrafı çevreleyen doğal güzellikler yolculuğu oldukça güzel bir hale getiriyor. Dubrovnik’ten ayrıldıktan 1 saat sonra önce Hırvat kontrol noktası ardından Karadağ kontrol noktasına geliyoruz. Karadağ polisi otobüsün içerisinde bize ne amaçla geldiğimizi ve kaç gün kalacağımızı sorduktan sonra herhangi bir zorluk çıkmadan ülkeye giriş yapmış oluyoruz. Ülkenin muhtemelen en güzel kısımları olan fiyortları artık görünmeye başlıyor. İstanbul’da boğazın bir ucundan diğer ucuna geçmeniz gerektiğini düşünün. Ama geçiş için herhangi bir köprü veya arabalı vapur sisteminin olmayışı(iyi ki de yok) yolunuzu 1 saat 30 dk kadar uzatsa da etraftaki manzara keşke bu yolculuk hiç bitmese dedirtecek kadar size kendisini hayran bırakıyor.
Uzaktan gördüğüm birçok yerleşim birimi bana galiba Kotor burası cümlesini söylettirdiyse de fiyortları çevreleyen her yerleşim birimi apayrı bir güzelliği barındırıyor ve insanda orada yaşama isteği uyandırıyordu. Aracımız Kotor otogarına gelmişti. Aracımızdan iner inmez kalacağımız hostelde çalışan güzel bir bayan bizi karşıladı ve geceyi geçireceğimiz hostelimize doğru yola koyulduk. Otogar’dan yaklaşık olarak 10-12 dakika yürüdükten sonra hostelimize geldik. Şehirdeki tek hostel olan Montenegro Hostel’de ücretlerimizi ödedikten sonra (yaklaşık 10 Euro) odalarımıza eşyalarımızı bırakıp şehri tanımaya koyulduk. Ne kadar güzel yazarsam yazayım ne o çevreyi ne de binaların yaklaşık 1250 yıldır hiçbirşey olmadan dimdik ayakta kalmasını anlatamam. Karadağ 2006 yılında bağımsız olmuş bir devlet. Para birimi Euro ve üretimin olmamasından ötürü insanlarının kazançlarına göre pahalı bir ülke(kıstaslarımı soracak olursanız gittiğim her şehirde ülkenin en ucuz süpermarketinde bazı temel tüketim maddelerini karşılaştırıp bu kanıya varıyorum). Deniz, taş binalar, yeşilliklerle çevrili doğa tertemiz hava, dağlarda her biri Sümela Manastırını andıran yapılar ve dahası...(Reklam sloganı gibi olduysa da gidin görün gördüklerinizi de benimle paylaşın anılarım canlansın).Kotor’u kuşbakışı görüntüleyebilmek ümidiyle taş evlerin arasındaki basamaklardan yukarıya doğru çıkarken birçok evin içinden zaman zaman balkonlarından geçiyorum. Kafama koymuştum o manzara fotoğraflanmadan hostele dönülmeyecekti. Ev sakinlerinin şaşkın bakışlarının ardından basamaklarında sona ermesiyle çıkabildiğim en yüksek noktadan birkaç fotoğraf çekebildikten sonra fiyaskoyla sonuçlanan bu hareketimin üzüntüsüyle geri dönüş yoluna koyuluyorum. Kotor için susma vaktimin geldiğini düşünüp sizi fotoğraflarla başbaşa bırakıyorum.
Dubrovnik
Sabahın erken saatlerinde Split otogarından yola koyulduğumuz Dubrovnik yolculuğu yaklaşık 5 saat kadar sürmüştü. Split-Dubrovnik karayolunda giderken her 2 şehirin hemen hemen ortasında yer alan Bosna Hersek’in Neum şehrine girip çıkmadan Dubrovnik’e kara yoluyla ulaşamıyorsunuz. Neum, Bosna’lılar için oldukça öneme sahip. Yazları Bosna Hersek’te yaşayanların tatil şehri olan Neum’da otobüsümüzün bir süreliğine mola vermesi bize bir süreliğine etrafta fotograf çekebilme fırsatı sağladı. 15 dakikalık mola süremizin ardından tekrardan yola koyulmuştuk. Kısa süreli Bosna Hersek geçişimiz sınır kontrol noktasından geçmemizle beraber sona erdi(Neum’a giriş ve çıkış sınır noktalarında görev yapan pasaport görevlilerinin Hırvat Polisi olması birazcık garibime gitmişti). Adriyatik kıyısı boyunca izlemiş olduğumuz yolculuğumuz tamamlanmış ve Dubrovnik otogarına gelmiştik. Otogardan iner inmez yaşlı bir amca gelip bize kalacak yerimiz olup olmadığını sormaya başladı. Israrla rezervasyonumuz olduğunu belirtmemize rağmen yanımızdan ayrılmıyordu. Bize nereden geldiğimizi sorduğunda Türkiye yanıtını verdiğimizde hemen “arkadaş” demeye başladı. (Kendisi uzun bir süre gemilerde çalışmış ve Samsun limanı devamlı uğrak yerlerinden birisiymiş). Kısa süreli sohbetin ardından hostele gideceğimiz belediye otobüsünü aramaya koyulduk ama Pazar günü olması sebebiyle bizim otobüsümüzün çalışmadığını öğrenince ne yapabiliriz diye düşünmeye başladık. Taksinin Hırvatistan’da özellikle Dubrovnik’te çok pahalı olduğu hakkında çeşitli yazılar okumuştum. Bir taksiciye gideceğimiz yere ne kadara götürürsün diye sormam üzerine aldığım fiyat ile söylenilenlerin doğru olduğunu görmüş oldum---70 Kuna (yaklaşık 2 km’lik yol için 10 Euro). Havanında yağışlı olmasından ötürü biraz düşünmek için otogarda beklediğimiz sıralarda orta yaşlarda bir adamın yanımıza gelip bizimle muhabbet etmesi ardından bizi gideceğimiz yere kadar bırakması bizi gerçekten çok memnun etmişti. Adamın bu iyiliğine karşı çantamda bulundurduğum 2 paket çikolatalı kuru kayısının bir tanesini hediye ettim. Kış mevsimi Balkan gezileri için her ne kadar dezavantajlı gibi görünse de aksine oldukça avantajlıydı. Dubrovnik’te kalacağımız hostelde 8 kişilik odada kalmamız gerekirken gecelik fiyatı 48 Euro olan tek kişilik odada (muhtemelen ısıtması daha kolay olduğu için hostel sahibi bu odayı verdi) 10 Euro gibi uygun bir fiyata kalabildik.(Dubrovnik gibi bir yer için çok çok iyi bir fiyat) Odamıza yerleşme işlemini hallettikten sonra şehiri tanıma evresine geçtik. Dubrovnik uzun yıllar boyunca ayrı bir devlet olarak yaşamış , Hırvatistan’a dahil olmadan önce 1800’lü yılların sonuna kadar Osmanlı Devleti’ne vergi ödemiş ayrıca Banu Alkan’ın da doğduğu(herhangi bir heykeline rastlamadık ) eski devlet yeni şehir... Welcome to Republika Dalmatia (politik bir anlam ifade etmiyor sansüre gerek yok:) Öncelikli hedefimiz old town’ı çevreleyen surların bulunduğu kısım... Buraya ulaşmak için yaklaşık 1-2 km yürüyoruz. Elimizde bir harita var ama pek işe yaradığı söylenemez neyse ilerlemeye devam. Evet sonunda hedefe doğru yaklaştığımızı hissediyorum. Google’a Dubrovnik yazıp görsellerde arattığınızda karşınıza çıkan ilk görüntü karşımda duruyor. Türkiye ile kıyaslama yapacak olursak Antalya kaleiçine benzeyen ama çok daha derli toplu ve yapısal olarak büyüleyici olan bir çarşının içerisindeyiz. Yugoslav ordusu old town’ı vakti zamanında bombalayıp birkaç yıl içerisinde restore etmiş. Yağmurun şiddetini iyice artırmasıyla kendimizi ilk gördüğümüz dükkanın içine atıyoruz. Girdiğimiz hediyelik dükkanında biraz oyalanıp birkaç ufak hediyelik eşya aldıktan sonra gezimize devam ediyoruz. Körlemesine devam eden Dubrovnik gezisi boyunca sahil boyunca yürüyüp ara sokakları birkaç defa tavaf edip karnımızın açlığının etkisiyle de bir unlu mamülcüye giriyoruz. Sıcak peynirli böreklerimiz aldıktan sonra (7 Kuna =1 Euro)- hemen bir uyarı!!!(Börek(burek) kelimesi Osmanlı’dan Serbo-croatian-bosnian dil ailesine geçmiş ama anlam olarak bizdeki kıymalı börek anlamına geliyor eğer ıspanaklı veya peynirli börek isteyecekseniz ya doğru adını öğrenip söyleyin ya da vücut dilinizi kullanın) Taş sokaklar, binaların arasında geçen kısa süreli Dubrovnik maceramız ertesi gün erken saatte yeni noktamız olacak Karadağ-Kotor yolculuğundan ve yol yorgunluğundan ötürü akşam 9 gibi sona eriyor.
Split
Sabah 06:00 gibi hostelden çıkıp 6 nolu tramway ile Otobüs istasyonuna gitmek için yola koyulduk. Otobüsümüzün kalkış saatini beklerken Türkiye’den getirdiğimiz hazır yiyeceklerle küçük bir kahvaltı yaparken birkaç güvercinin önümüze gelmesiyle yiyeceğimizi onlarla bölüştük ve kuşun bulunduğumuz kapalı mekana tuvaletini yapmasıyla oradan uzaklaşıp otobüsümüze bindik. Daha öncede belirttiğim gibi Zagreb-Split arası yaklaşık 400 km ve 6 saate yakın bir sürede yol alınıyor. Bulunduğumuz mevsimin kış olmasından ötürü yolculuk sırasında sürekli yağmur yağıyordu ayrıca yerde yüksekliği 2-3 cm kadar olan bir kar tabakası vardı.
Evet artık Split’e gelmiştik. Hırvatistan rotasındaki şehirlerde birer gün kalacağımız için otogara iner inmez ilk işimiz ertesi gün için bir sonraki rotamızın(Dubrovnik) otobüs biletini almak oldu 113 Kuna’ya otobüs biletimizi aldıktan sonra hostelimizi aramak için yola koyulduk. Gayretli çabalarımız sonucunda kalacağımız hostele(Beach Hostel)’e yerleştik.(Not: Split’te kalabileceğiniz en temiz ve en iyi hostel ayrıca biz 5 kişilik odada rezervasyon yapmamıza rağmen bize 2 kişilik odayı aynı fiyata veren Ladybird’e de teşekkürler...) Hostel’e yerleştikten sonra Split turumuza başladık. Yat limanı, tren garı ve otogar içiçe bana eski Antalya otogarını hatırlatan bu manzara oldukça hoşuma gitmişti. Karnımızın acıkmasınında etkisiyle çevrede yemek yiyebileceğimiz bir yer aramaya koyulduk. Ve biryerde Hırvatların Cevapi Boşnakların Cevapcici dediği köftelerden yedik. İçine ajvar ve kurusoğan konularak sunulan bu yemeğin fiyatı 18 Kuna. Hırvatistan’ın en büyük 2.şehri olan Split hem turizm hem sanayi şehri. Bulunduğumuz mevsimin Kış olması sebebiyle sakin olan şehirden günlük olarak devamlı İtalya, Yunanistan ve Slovenya’ya gemi ve feribot seferleri mevcut.Adriyatik denizinin çevrelediği Split turumuzda içinde bulunduğumuz Kış mevsimin iklimsel handikapları ve bizim fiziksel yorgunluğumuzdan ötürü ara ara hostelimize dönüp kısa süreli dinlenme aralarımızın ardından akşam yeniden koyulduğumuz Split turunda gündüze nazaran artan nüfus yoğunluğu dikkatimizi çekmişti. Diğer Hırvat şehirlerinde olduğu gibi burada da belirgin bir şekilde kız populasyonun erkeklere nazaran çok daha fazla olduğunu ve kızların tek veya 2’şerli değilde kalabalık gruplar halinde (bazen çete gibi etrafta bağırıp çağırarak) dolaştıklarına şahit olduk. Bu olay bizim için pek alışılagelmedik bir durum olduğundan bir banka oturup içeceklerimizi alıp erkeklerin değilde kızların magandalıklarını seyrededurduk. Ertesi gün sabah erken saatte bir sonraki durağımız olan Dubrovnik için yola koyulacağımızdan hostelimize dönmeye karar verdik. Bir sonraki durağımız Banu Alkan’ın da doğum yeri olan Dubrovnik’te buluşmak üzere))
Evet artık Split’e gelmiştik. Hırvatistan rotasındaki şehirlerde birer gün kalacağımız için otogara iner inmez ilk işimiz ertesi gün için bir sonraki rotamızın(Dubrovnik) otobüs biletini almak oldu 113 Kuna’ya otobüs biletimizi aldıktan sonra hostelimizi aramak için yola koyulduk. Gayretli çabalarımız sonucunda kalacağımız hostele(Beach Hostel)’e yerleştik.(Not: Split’te kalabileceğiniz en temiz ve en iyi hostel ayrıca biz 5 kişilik odada rezervasyon yapmamıza rağmen bize 2 kişilik odayı aynı fiyata veren Ladybird’e de teşekkürler...) Hostel’e yerleştikten sonra Split turumuza başladık. Yat limanı, tren garı ve otogar içiçe bana eski Antalya otogarını hatırlatan bu manzara oldukça hoşuma gitmişti. Karnımızın acıkmasınında etkisiyle çevrede yemek yiyebileceğimiz bir yer aramaya koyulduk. Ve biryerde Hırvatların Cevapi Boşnakların Cevapcici dediği köftelerden yedik. İçine ajvar ve kurusoğan konularak sunulan bu yemeğin fiyatı 18 Kuna. Hırvatistan’ın en büyük 2.şehri olan Split hem turizm hem sanayi şehri. Bulunduğumuz mevsimin Kış olması sebebiyle sakin olan şehirden günlük olarak devamlı İtalya, Yunanistan ve Slovenya’ya gemi ve feribot seferleri mevcut.Adriyatik denizinin çevrelediği Split turumuzda içinde bulunduğumuz Kış mevsimin iklimsel handikapları ve bizim fiziksel yorgunluğumuzdan ötürü ara ara hostelimize dönüp kısa süreli dinlenme aralarımızın ardından akşam yeniden koyulduğumuz Split turunda gündüze nazaran artan nüfus yoğunluğu dikkatimizi çekmişti. Diğer Hırvat şehirlerinde olduğu gibi burada da belirgin bir şekilde kız populasyonun erkeklere nazaran çok daha fazla olduğunu ve kızların tek veya 2’şerli değilde kalabalık gruplar halinde (bazen çete gibi etrafta bağırıp çağırarak) dolaştıklarına şahit olduk. Bu olay bizim için pek alışılagelmedik bir durum olduğundan bir banka oturup içeceklerimizi alıp erkeklerin değilde kızların magandalıklarını seyrededurduk. Ertesi gün sabah erken saatte bir sonraki durağımız olan Dubrovnik için yola koyulacağımızdan hostelimize dönmeye karar verdik. Bir sonraki durağımız Banu Alkan’ın da doğum yeri olan Dubrovnik’te buluşmak üzere))
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)